Tuesday 20 November 2012

İNSAN YİTİP GİDİYOR İNSANDAN



Buyurun lütfen; 
sigara yakma vaktidir, dur! 
Bak, bu şiir de bir tuhaf, 
Kendi pencerenden bakıyorsun. 
Bu kadar basit. 
Öyle alışılmış işte. 
Her şey zaman gibi yitip gidiyor insandan,
 İnsan yitip gidiyor insandan. 
Hangi şarkı sarhoşken şakağına şiir yazar? 
Erken değil daha; hadi atla da gel ayaklarına... 
Biri evlenmiş, 
biri birinin bacağını kemirmiş. 
Şarkının gıdısından yemiş kedi, 
Kasap üzümlerini mi yemiş? 
Kendini gizlemek için sessiz çığlık klişesi değil bu. 
Duygusuz olmak çok moda. 
İntiharların günü pazartesiymiş, 
herkes sevmekten bahsetmiş. 
Sen arka koltuktaki annenin fotoğrafını saklıyorsun, 
ben sigaramı yakıyorum kendimi saklıyorum. 
Gözlerin bu kurak şehre yakışmıyor. 
Bir battaniye, bir kedi, 
ha bir de iki çıplak beden yeter ölümü beklemeye... 
Her zaman daha az hatırlanacak anılar. 
Sandala bindir gönder... 
Beyaz bir sayfa, tam üstünde siyah bir nokta, 
Sen dengeni yitirmişsin. 
Köşedeki birahanede mi içtin? 
Yeşildir, uzundur saç, çekiktir. Çekilmiştir. 
Kendi pencerenden bakıyorsun. 
Bu kadar basit. Çünkü öyle alışılmış işte..

Tuesday 2 October 2012

KAVAKLAR



Kordon boyu

Martıların hangi şarkıyı söylediğini duydu

kokuyu duymasa da olurdu.

fırtınalar tanrıçası geldi,

gömüldü panik

Boşluk kadar derin yüzü,

derin bir kesik var dumanı tüten.

Yakamozun izi

rakı balık yaptı Karşıyaka’nın şerefine

Kör bir bıçakla kesilmeyi bekleyen fotoğraflar

neşterdir geçmiş

Yanağını yanağına yaslayan

yas-la

helikopter pistinde

ağaçlara sunardı kendini

İki köprü arasında kupkuru iki boğaz oldu

dayanamaz sızardı boynundan kendini



Wednesday 30 May 2012

DUVARDAKİ SONSUZLUK TABLOSUNDAKİ CANAVAR

Ayaklarımın yere çakılışına bakıyorum dehşetle,
Eriyen tenimin yanıklığı,
yine de küçülmüyorum.
koku içimde bir şeyler bulandırıyor.
Kadını seversen öldür onu düşünmeden,
Erkeği seversen bırak o öldürsün seni.
Alnımda bir sıcaklık hissediyorum,
Karşıma çıkarsa bir cenazede ya da şehrin en pis sokağında,
Yüzüme çarpan nefesi buz gibi,
kelimelerim ayaklarımın altında eriyip gidiyor.
Nefretinden zevk alırcasına tetiği çekiyor
ve ben beynimin,
o pürüzlü duvardaki tablosunu seyre dalıyorum,
sonsuz güzellikte bir resimmiş gibi.
Sokağa ilişiyor gözüm
Duvardaki sonsuzluk tablosunda,
eriyen ayaklarıyla, gittikçe küçülen bir canavar var.

Sunday 27 May 2012

ÜÇ KULHUVALLAH BİR ELHAM

Küçük kız eğdi boynunu küçük parkta.
Annesi güldü,
şefkatle baktı kızına, "ürküttün mü serçeyi?"
Serçe korktu, kaçtı.
Anne canavarlaştı,
küçük kız canavarlaştı,
cehennem zebanileri gibi gülmeye başladılar.
Serçe öyle gördü, korktu,
kanatlarını unuttu.
Apartmanlar çimentolu.
Şahlar ve bilgeler zamanındaki gibi
sedir üstünde değil hayatlar.
Tespihler çekilmez.
Üç kulhuvallah bir Elham.
Haydi, bismillah, başlasın yıkım!
Ben yıkılmam.
Allah da yıkmaz.
Babalar ölür,
Babalar öldürür.
Üç Kulhuvallah bir Eşhed
getirdiğin meyveler çürüdü dolapta.
Aşk en çok savaşana yakışır, yalan!
Serçe öldü, anne küçüldü, kız büyüdü.
Cep telefonu, ekmek arası yüzük, sokakta dağılmış işkembe.
Hepsi dolapta.
Hepsi sen geleceksin diye bekliyor.
Beynimi kızartıyorum.
Haydi, bismillah, başlasın zina,
üç Kulhuvallah, bir dokunuş.
Bir ölünü daha yak.
Bilgeler sedirde işer, sedirde içer, sedirde sevişir,
Şah koyunu diri diri yer ve izler.
Küçük kız, küçük gelin. Bilgenin kölesi o.
Anne serçeyi asmış boynuna dalkavuk o,
Allah baba nereye gitti, korkak o,
babam gelemedi, çünkü ölü o.
Çek tespihi durma, otuz bir de çek.
Beddua etme sakın!
Ben beddua etmeden duramam, bana bunu şah öğretti.
Ekmeği serçeye veririm.
Cep telefonuna hapsettim müezzini.
Beni çağırmasını istedikçe çıkarıp dinliyorum sesini.
Serçeye gitme dedim, gitti.
Ekmeğimi ver o zaman adi kuş!
Seni öldüreceğim!
Üç kulhuvallah bir ölüm.

Monday 5 March 2012

ÜVO

-Ben cisimsiz bir ruhun serüveniydim. Rüzgarın yok edici sesinden büyülenip ölüm uykusuna yatmak istedim. Tabi beş gün beş gece sürecek bu uyku.

+ Gözünü burada mı açmayı düşünüyorsun?

-Evet, düşüncem o.

(Kırımızı, yünden bir halının üstünde küpemin tekini kaybediyorum)

-Hani nehir kıyısında, kafan bulanıkken, güzel bir espri olur ya; ortamın en güzel kızı sana bakış atar… Tabi sen nereden bileceksin o bakışı.

(Bazı bakışların anlam veremediğim bir kokusu var. Uzun eteğiyle, terlemiş göbeğiyle raks eder bir kadın orta yerde. Nehir! Nehir horozların kanıyla akıp duruyor bir yerlere, susuyorum. Kadından da anlamam diyorum. Susuyorum, ben kendimi anlayamıyorum. Bu yüzden bütün sevişmelerim yarım yamalak.)

+Bilmiyorum ama anlayabilirim.

+İnsan aynı anda her yerdedir.

-Şu an arkandayım,
 Yanındayım,
 Aslında seninleyim,
 Belki de yokum,
 Saçların neden yüzümde dolaşıyor peki?

+Uzak dur benden, karşıma otur!

-Zaten nefes alamadım bir süre.

+Anlamaya çalış beni.

(Yaz sevişmelerinden habersizim. Parmağımın ucundan avuçlarıma akan ter damlaları yalan söylüyor. Komidinin üstünde duran ayna çatlamış yer yer. Aynı anda her yerdeyim ben. Aynı anda her yerdeyiz. Seninle. Yatak harabe, yatak soğuk. Sıcaktan değil avucumda biriken terler.)

-Ciddisin, niyetin belirsiz, eğleniyorsun, ama ne istediğini bilmeyen bakışlar bunlar.

+Aklımı okumaya çalış!

-Yapamıyorum.

+Hadi o kadar karmaşık değilim!

-Geciktiğimi düşünüyorsun.

+Ne için geciktiğini?

-Seni hissetmem için.

-Hayat dolu görünüyorsun. Ama acı da var. Bastırıyorsun. Buna rağmen hissediyorum seni. Sanki ne yapılması gerektiğini biliyorsun. O ne bilmiyorum ama. Sadece adımını bekliyorum. Hızlanan kalp atışlarımı durduracak o basit adımı.

+Atıyorum o adımı.

(Aklımdan geçenleri, aklından geçenleri ikimiz de biliyoruz. Susuyoruz. Sonrasını biliyoruz, ama ‘belki’ diyoruz. Umut ediyoruz. Sonunu biliyorum, biliyoruz. Dudakların bildiğim bir tatta. İlk ama son öpüşüm değil. Dokunmuyor yaralarımız birbirine. Adını bilmediğim bir apartmanın, son katında, dört duvar arasına sıkıştırılmış bir öpücük. Kalp atışlarını duyamıyorum.)

-Sevişiyoruz, hayır yanıldım! Dokunuyoruz birbirimizin yüzüne. Yaşlamış acıları değiştirmek için. Kızıl saçların sanırım heyecanımı arttıran (hayır siyah onlar diyorum içimden. Bilmiyorsun!)

+Ağladık, acılarımızı hatırlatan, küçük kelimeler, anlamlı anlamsız şeyler söyledik birbirimize. Dinle ve devam et düşünmeye.

- Sigaralarımızın dumanında kaybolduk, yön bulamıyoruz. Zamanın ve mekanın yalnız yerindeyiz emin olduğumuz tek şey bu. Karnımız aç. Kötü günler geçmiş, geçersiz paylaşımlar yetmemiş acılarımızı azaltmaya. Oda soğuk. ‘Uyusak mı’ diye sordum. Son sigaramı sarmaya başladım sorarken.

+Ben ne diyorum peki?

-‘Beni bırakma!’

(Hiç kimseye söylemedim bunu bugüne dek. Gücümü mordan alırım ben. Zayıfım evet ama kimse bilmez bunu. Sen de bilmiyorsun. ‘Unut beni bırakmayı’)

-Bitiremediğim son sigaram, içime hapsedemediğim yağan yağmurun kokusu yanında eritiyor beni. Soğuk üşüyorum. Ağlayasım geliyor, ama yapamıyorum. Güçlü görünmem lazım. Ama olmuyor, salıyorum kendimi, neden ağladığım meçhul.

(Neden ağladığını biliyorsun aslında, itiraf edemiyorsun. Ben de ne olduğunu biliyorum. Ama ilk defa yarım kalmıyor bir yatak.)

-Unutamadığım… sevilme hazzını yitirdim. Sevilmiyor artık kimse eskisi gibi. Beni üzen kaybolmuş önemsiz insanlar aslında.

+İçinde derinde biri var o geliyor aklına, o insan ya da insanlar incitmiş seni çok. Acısı yine depreşiyor. Yanımdaki bu kadın yetecek mi bana diye düşünüyorsun. Doyurabilecek mi içsel ve düşsel eksikliklerimi. Kokum tanıdık gelmiyor sana.

-İnanamasam da yetinesim geliyor. Daha iyi bir senaryoda rol kapana kadar belki de yalnızım. Aslında korkuyorum teklikten. Gülüyorum tutarsızca.

+Gülüyoruz tutarsızca.

-Yarım kalan tütünlerimize acıyorum.

+Bir yanlış ve bir yalnız tüketti hikayemizi. Sonu buydu zaten. Kabul etmek istemiyorduk o zaman. Şimdi yarım kalan tütünlerimize acır olduk.

-Sesin güzel mi?

+Hayır, ama şarkı söylemeyi severim.

-Benziyoruz…

(Bütün suç kedilerde ve adını bilmediğim o apartmanda aslında.)