TUVALET TERLİĞİ
Friday 8 March 2024
BABASINDA
Herkese dolmaya çalıştım yerini, adını bildiğin birinin
yerine hangi bedeni diye
Dün, boyunu düşündüm heybetliydi
kalesi gibi şehrin korumaya müsait
kokusu tütününde
kaşığı cebinde
misafir olmak için değil sofrasında katledip
gelir de biri aç durur incir ve üzüm ve ceviz ağacında esinti
ölümünün yaşıma yakın yılı alıp götüren kurşun
Çalılıklarla örtünmüş mezarının başında
inekler otlarken bastığı
hangi hayvan dua eder insandan başka
toprak çöker ruh çekilince bedenden
mermer yakışır kemiğe
Rüyasında Anayı çağırıken yanına
Gökyüzünde çiçekli tacıyla bir tanrı
Rüyasında Anayı çağırıken yanına
Gökyüzünde çiçekli tacıyla bir tanrı
Giden değil aslında
kalanı alıp götüren
O olmamayı öğreten
ruhu şah olsundu
kalanı alıp götüren
O olmamayı öğreten
ruhu şah olsundu
Sus Yoksa
Jandarma, Jüri, Jübile, Jurnal, Jenerasyon, Jilet, Jips,
Jitem derininde idare
faili meçhul on yedi bin
itham edip faşistlik
Çünkü Berkin'in Kürt ve Alevi
ikiyüzellibin kavak
ikibin meyve taşlanır
kafesinde ise yaşam
şimdi tekilidir kuşun
yüzünde kezzap
dilinde kelimeler aynı
anlamlar farklı
lisesinde eteği yasak giymek sokak
çarşafında erki saklı bir palayla keser diye
doksanlar çocuk olmak
milenyumda hilkat
tozunu toprağını
badanasını asbestini
minibüsünde sıklıkla el dolaşan kaba etinde
Jitem derininde idare
faili meçhul on yedi bin
itham edip faşistlik
Çünkü Berkin'in Kürt ve Alevi
ikiyüzellibin kavak
ikibin meyve taşlanır
kafesinde ise yaşam
şimdi tekilidir kuşun
yüzünde kezzap
dilinde kelimeler aynı
anlamlar farklı
lisesinde eteği yasak giymek sokak
çarşafında erki saklı bir palayla keser diye
doksanlar çocuk olmak
milenyumda hilkat
tozunu toprağını
badanasını asbestini
minibüsünde sıklıkla el dolaşan kaba etinde
Sunday 7 January 2024
PARK İNTİHARCISI
Yarıda kalmış bu hikaye değmez tamamlanmaya
çarparken kafam asfalta
kırmızı tacımla gülümserim
eze-yazarken kredisi bitmemiş bir araba
tüm antidepresan hakkı tek seferde ya da
yüksek faizden muzdarip
erirken
ensemde bir kurşun
başlayamadığım tüm kitaplar gelir aklıma
bir annem olduğu
bütün bir sevginin hasarlı heykeli
midesi bulanık zihin
bir yeri olduğu kimsesiz
sorumsuz, tutamaz sevgiyi içinde
ölmek istediğim gelir aklıma
bir evim olduğu
yerini bilmediğim
bedenim gelir aklıma
içinde çürüdüğüm
her parçanın bütünü
bütün etmeyen parçası
hüzünlü bankını söküyor.
Park intiharcısı
dolabının ahşabı
artık sevmediğin o adama
kendine tahammülü olmayanın tetikleyicisi oluyorum
üstüme kusulan asitin yokoluşuyorum
teşekkürler.
Wednesday 22 May 2019
THE STATE
Standig there
By enjoying the odiousness
my father is watching me
And me,
I am watching the paint of my head
on the wall
As though it is the eternal beauty
I say: ''my father is an artist''
Wednesday 10 May 2017
LAVANTA
Biz seninle aynı taşa koyduk başımızı.
Küçük bir kız betona sıkışmış.
Sen gülümsemeyi unutmuşsun.
Bir bakmışsın seninle aynı adama tutulmuşuz.
Bakmışsın ikimiz de yaralarımızdan öpmüşüz birbirimizi.
Gülümsemeyi unutmuşsun,
Belki bundan çirkindir kahkaham.
Bir ezan sesiyle bölünür uykum,
Ulvi bir ışık doldurur odayı,
Duvar değil koynumdaki soluksuz.
Mor salkım parklarda
Taze çıkmış erik.
Avucumda tuz,
Avucumdaki terlere karışmış.
Avuçların göz yaşı dokuyor gibi.
Kendimden değil, kendinden sevmek,
Ben senin mezarında dans etmeye gelmedim,
Gördüm seni,
Upuzun solgun bir hüzün vardı yüzünde,
Kimsede böyle güzel durmuyor hüzün.
Gördüm seni,
Upuzun bir yolu vardı gözlerindeki kuyunun
Kimsede bu denli derin değildir gözler.
Küllüğe dökülüyoruz.
Yüzünün hatlarında bir yol çiziyorum kendime,
Kapına dayanıyorum gözlerin boyu,
Iki dudak birleşemiyor,
Sırf söylendi diye bütün sözler.
İki dudak birleşmiyor
Ihanete dönüşür diye sevgi
İki dudak birleşmiyor
Aynı adamın dudaklarına değmiştir dudaklarımız belki de.
Lavanta kolonyası, anason kokusu
Lavanta kolonyası bedeninde erimiş.
Çözülemiyorum.
Sende tutulmuşum lavanta kolonyasına.
Bir ışık var sende
Dışarısı kapkaranlık,
Kapın kapalı
Yapay çiçeklerle dolduruyorum odamı,
Misafir odalarını terk ediyorum,
Sana kalan o olduğu için.
Kapın kapalı
Ellerin terli,
Pişmanlık sarmıyor beni,
Belki de utancıyla afalladığım budur.
Annemin memesi gibi asılıyorum ellerine,
Açlıktan değil, kimsesizlikten.
Gidemeyişim kendimden değil
Terkedişim kendimi.
Bir tepeden bakıyorsun şehre
Tepeye çıkıp bakıyorsun içine.
Esiyor.
İlkbahar düşmüş memlekete.
Ellerin terli
Ama yine de buluşmuyor dudaklar.
Hacmim küçülüyor.
Sınırlar bitiyor mu?
Acı nereden başlıyor?
Duramıyorum,
Ben hep birilerinin ardında kafa üstü çakılı.
Taşıyamıyorum kafamı,
Bunca ağırlığını yaşamın.
Yüzüm yok oluyor.
Tüm diğer düşünceleri siliyorum.
Yalan söylüyorum
Bir yalanla yaşıyorum.
Kendimden sıkılıyorum
Birbirimizin yaralarını neden yoklamıyoruz parmaklarımızla?
Kaçmak kolay gibi
Sevdin diye mi?
Bir kadını sevmenin imkansızlığından mı?
Lavanta döküyorum başımdan aşağı
Sen koksun diye.
Küçük bir kız betona sıkışmış.
Sen gülümsemeyi unutmuşsun.
Bir bakmışsın seninle aynı adama tutulmuşuz.
Bakmışsın ikimiz de yaralarımızdan öpmüşüz birbirimizi.
Gülümsemeyi unutmuşsun,
Belki bundan çirkindir kahkaham.
Bir ezan sesiyle bölünür uykum,
Ulvi bir ışık doldurur odayı,
Duvar değil koynumdaki soluksuz.
Mor salkım parklarda
Taze çıkmış erik.
Avucumda tuz,
Avucumdaki terlere karışmış.
Avuçların göz yaşı dokuyor gibi.
Kendimden değil, kendinden sevmek,
Ben senin mezarında dans etmeye gelmedim,
Gördüm seni,
Upuzun solgun bir hüzün vardı yüzünde,
Kimsede böyle güzel durmuyor hüzün.
Gördüm seni,
Upuzun bir yolu vardı gözlerindeki kuyunun
Kimsede bu denli derin değildir gözler.
Küllüğe dökülüyoruz.
Yüzünün hatlarında bir yol çiziyorum kendime,
Kapına dayanıyorum gözlerin boyu,
Iki dudak birleşemiyor,
Sırf söylendi diye bütün sözler.
İki dudak birleşmiyor
Ihanete dönüşür diye sevgi
İki dudak birleşmiyor
Aynı adamın dudaklarına değmiştir dudaklarımız belki de.
Lavanta kolonyası, anason kokusu
Lavanta kolonyası bedeninde erimiş.
Çözülemiyorum.
Sende tutulmuşum lavanta kolonyasına.
Bir ışık var sende
Dışarısı kapkaranlık,
Kapın kapalı
Yapay çiçeklerle dolduruyorum odamı,
Misafir odalarını terk ediyorum,
Sana kalan o olduğu için.
Kapın kapalı
Ellerin terli,
Pişmanlık sarmıyor beni,
Belki de utancıyla afalladığım budur.
Annemin memesi gibi asılıyorum ellerine,
Açlıktan değil, kimsesizlikten.
Gidemeyişim kendimden değil
Terkedişim kendimi.
Bir tepeden bakıyorsun şehre
Tepeye çıkıp bakıyorsun içine.
Esiyor.
İlkbahar düşmüş memlekete.
Ellerin terli
Ama yine de buluşmuyor dudaklar.
Hacmim küçülüyor.
Sınırlar bitiyor mu?
Acı nereden başlıyor?
Duramıyorum,
Ben hep birilerinin ardında kafa üstü çakılı.
Taşıyamıyorum kafamı,
Bunca ağırlığını yaşamın.
Yüzüm yok oluyor.
Tüm diğer düşünceleri siliyorum.
Yalan söylüyorum
Bir yalanla yaşıyorum.
Kendimden sıkılıyorum
Birbirimizin yaralarını neden yoklamıyoruz parmaklarımızla?
Kaçmak kolay gibi
Sevdin diye mi?
Bir kadını sevmenin imkansızlığından mı?
Lavanta döküyorum başımdan aşağı
Sen koksun diye.
Saturday 8 April 2017
SİNEMDEKİ DÜŞ
Geride ne bıraktın diye sormuştun.
Yorgunluk miras kalıyor.
Böyle olsun istemedin sen de biliyorum.
Saçlarım eriyor güneşine kavuşmuş kar gibi.
Bak sinemde yorgun bir düş uyuyor.
Bak sinem betona düşmüş yavru bir kumru gibi üşüyor.
Kimlerin elleri dolaşıyor bedenimde?
Kemiklerimi eksi elli derece testereler yalıyor.
Nergisler ne zaman açıyor?
Kordonda kambur bir adam oturuyor.
İnsanın ilişmediği bir ormanda adını bilmediğimiz bir çiçek açıyor.
Keşfeden ben olsaydım senin adını koyardım.
Vahşi bir bekaretten vazo süsleyen solgun bir yüze dönüş diye değil.
Hayır yemin ederim değil.
Bilirsin insan kavramlarla açıklanıyor.
Bilirsin sevmenin bile bir adı var.
Öyle adın olsun diye de değil.
Sadece kapkara bir denizin ortasında
Fenerler ruhsuz insanların yüzlerini ellerime döküyor diyebilmek içindir belki de.
Belki de, 'sen' denizinde klostrofobimden kurtuluyorumdur.
Tozlu bir sokakta,
Çöp kokusu içinde birkaç genç gülümsüyor.
Sokaklar kimsesizlerin genelevleri oluyor.
Göğün yedi katından cehenneme doğru giden bir merdivenden,
Yuvarlandıkça yuvarlanıyorum.
İdrarını ve kötü talihini boşaltan o acınası insanlardan biri oluyorum
Tutmayacak mısın beni?
Kim yarattı cehennemi?
Kim yarattı cenneti?
Düşüyorum
Düşüyorum
Düşlüyorum
Kumsalsız bir deniz gibi aşınıyor bendeki sert kayalar.
Bir nergisin ilkbaharında buharlaşıp tuzumu salıyorum ya.
Kordonda kambur bir adama sesleniyorum.
Kordonda tuzu icine çekiyor balıklar.
Şarkılar söylüyor kurumuş dudaklar.
Kamburunu aramaya çıkıyor bir adam.
Yükünü sırtlıyor bir hamal.
Başını yaslıyor kadın bir omuza bir tramvayda.
Sis ağacı sarıyor çepeçevre.
"Bak" diyor
"tüm şehri buz beyazlığımla sardım.
Dalından atma kuşları.
Başını kaldırıp içinde ölü çarşafları kirleten temaslara bakma daha fazla"
Öyle söylüyor ağacın kamburuna sarılmış sis.
Duvarları yok edemiyor madem
Sevdiğinin su yeşili gözlerine dökülüyor.
Bak sinem sıkışıyor.
Aşağı mahalleden travestiler geçiyor.
En güzel gülümsemeler onlarınki.
En çok onlar ağlıyor
Kamburunu bulamamış adamın bıçağıyla
Kan olup akan güzel yüzlü sevdikleri için.
En çok ben ağlıyorum
Sen en çok ağlıyorsun.
Daldan atlamış bir kuş gibi titriyorsun.
Bak bir kadın bir adamı öpüyor.
Bir kadın bir kadını öpüyor.
Kordonda herkes gülüyor
Biraz da sisli kafalar.
Üşüyorsun.
Bedenine bir çuvaldızla türlü sefalet dikilmiş.
Düşüyorsun.
Dibindeyim korkma
Düşlüyorsun.
Yorgunsun.
Yorgunluk miras kalıyor.
Böyle olsun istemedin sen de biliyorum.
Saçlarım eriyor güneşine kavuşmuş kar gibi.
Bak sinemde yorgun bir düş uyuyor.
Bak sinem betona düşmüş yavru bir kumru gibi üşüyor.
Kimlerin elleri dolaşıyor bedenimde?
Kemiklerimi eksi elli derece testereler yalıyor.
Nergisler ne zaman açıyor?
Kordonda kambur bir adam oturuyor.
İnsanın ilişmediği bir ormanda adını bilmediğimiz bir çiçek açıyor.
Keşfeden ben olsaydım senin adını koyardım.
Vahşi bir bekaretten vazo süsleyen solgun bir yüze dönüş diye değil.
Hayır yemin ederim değil.
Bilirsin insan kavramlarla açıklanıyor.
Bilirsin sevmenin bile bir adı var.
Öyle adın olsun diye de değil.
Sadece kapkara bir denizin ortasında
Fenerler ruhsuz insanların yüzlerini ellerime döküyor diyebilmek içindir belki de.
Belki de, 'sen' denizinde klostrofobimden kurtuluyorumdur.
Tozlu bir sokakta,
Çöp kokusu içinde birkaç genç gülümsüyor.
Sokaklar kimsesizlerin genelevleri oluyor.
Göğün yedi katından cehenneme doğru giden bir merdivenden,
Yuvarlandıkça yuvarlanıyorum.
İdrarını ve kötü talihini boşaltan o acınası insanlardan biri oluyorum
Tutmayacak mısın beni?
Kim yarattı cehennemi?
Kim yarattı cenneti?
Düşüyorum
Düşüyorum
Düşlüyorum
Kumsalsız bir deniz gibi aşınıyor bendeki sert kayalar.
Bir nergisin ilkbaharında buharlaşıp tuzumu salıyorum ya.
Kordonda kambur bir adama sesleniyorum.
Kordonda tuzu icine çekiyor balıklar.
Şarkılar söylüyor kurumuş dudaklar.
Kamburunu aramaya çıkıyor bir adam.
Yükünü sırtlıyor bir hamal.
Başını yaslıyor kadın bir omuza bir tramvayda.
Sis ağacı sarıyor çepeçevre.
"Bak" diyor
"tüm şehri buz beyazlığımla sardım.
Dalından atma kuşları.
Başını kaldırıp içinde ölü çarşafları kirleten temaslara bakma daha fazla"
Öyle söylüyor ağacın kamburuna sarılmış sis.
Duvarları yok edemiyor madem
Sevdiğinin su yeşili gözlerine dökülüyor.
Bak sinem sıkışıyor.
Aşağı mahalleden travestiler geçiyor.
En güzel gülümsemeler onlarınki.
En çok onlar ağlıyor
Kamburunu bulamamış adamın bıçağıyla
Kan olup akan güzel yüzlü sevdikleri için.
En çok ben ağlıyorum
Sen en çok ağlıyorsun.
Daldan atlamış bir kuş gibi titriyorsun.
Bak bir kadın bir adamı öpüyor.
Bir kadın bir kadını öpüyor.
Kordonda herkes gülüyor
Biraz da sisli kafalar.
Üşüyorsun.
Bedenine bir çuvaldızla türlü sefalet dikilmiş.
Düşüyorsun.
Dibindeyim korkma
Düşlüyorsun.
Yorgunsun.
Subscribe to:
Posts (Atom)