Friday 12 December 2014

İLK EL

Ellerimden bile daha ilkel bir alet;
Rüzgarın ağaca sürtünürken çıkardığı ses.
Gece yapraklar tül elbiseli balerin gibi sağa, sola, öne, arkaya
O halde saatler dakikalara dönüşmemiş çocuk korkusunda
Ben olsam korkmazdım
Sen kimdin? 
Sen kendini bilseydin bugün ben olsam demezdin
Penceresi olmayana nasıl anlatırsın ağacın dallarını?
Bana ses ver desen,
kulaklar hiç bu kadar sağır olmamıştı odamda.
Ellerimden bile daha ilkel bu nasırlar;
bu mısralar,
kertenkele yürüyüşündeki pervasızlık,
bu mısralar;
kelime demek değil,
konuşmak demek değil,
''demek'' demek değil,
hiçbir şey demek değil!
Biraz yorgun ve oldukça genç,
kestane çiziği gibi.
Tımarhaneler inşa edilen evlilikler başlamadan öncesinden kastım;
henüz ben senin değilken,
henüz ben yokken,
henüz kimse ve hiç bir şey tanrının değilken.
yel kızar belki!
Ağaçları salar üstümüze...
İnsan olana ait değil kin
bacak aralarınızla tanışık,
ellerinizdeki kertenkele kadar lezzetli.
Biraz sussanız- ki bir şey anlattığınızı gören yok-
ne muazzam bir iç guruldaması vardır 
Sulardan değil kasıt
Ağaçlardan
Volkanlardan
Cırcır böceklerinden hiç değil
kulaklarınızı açmayın boşuna!
pencere başında korkular büyütmeyin romantik kokulu vahşiliğinizle.
Görün, gözlerinizle değil
açlığınıza ses verin
Henüz açgözlülükle tanışmamış olanıyla
Ruh doğmadan bir kaç milenyum öncesi 
henüz doğa, Ana olmadan önce
ve onu beceren babalara dönüşmeden önce;
ağacın dalıyla arasında duvar olan çocuklar doğmadan önce.
Korkun ama insanca değil




Monday 1 December 2014

ÖĞRENTMEN

Öğretmen hafta sonları komilik yapıyor bir kafede.
Öğrencisi olacak yaşta çocuk gelip soruyor: ''agnostik misin?''
Öğretmen cevap veriyor:
''Sen masadaki tabakları topla, ben küllükleri dökeyim''

Sunday 12 October 2014

ODADA

Karnını deliyor duvardaki alçıda bir delikanlının, Bergamalı Galen.
Kitaplar göstermelik.
Duvarlar gri.
Beşgen bir hapishane her köşesini kendime benzettiğim.
yastıklar saçları okşamadan duramıyor uzunlu kısalı.
Yatak kıpırtısız
Dostoyevski Marilyn Monreo'suna kavuşmuş.
Komodinin üstünde sessizce izliyor odayı su bardağı,
dibinde kurumuş süt
Hapishaneler balık istifi
ve yalnızlık var sanılıyor.
Yanılıyorsunuz.
Yalınlaşamıyorsunuz.
Kapının arkasına asılı pantolonlar, ütüsüz,
pencereden bir ışık dikizliyor,
Her şey, herkes bir şeylerin onu doldurması için bekliyor
''kendinden vermek'' aldığınız sürece yok.
Kendileşmek başlı başına diğer
herkes fazla kanımca,
Koltuk altı
Yorgan altı
Merdiven altı
Alt etmek üzerine yegane çaba.

DİSTOPYADA

İnsan biriktirmek ne ahmakça!
Migrenim olmasa turşu çekecek canım.
meme'den sonraki tüm kelimeler anlamsız.
Distopya'da yaşadığını, gördüğün kabuslar hatırlatıyor.
Tütsü yak.
Resim yap.
Zorbaya davetiye çıkar
ya da bekle onlar sen davet etmeden de gelip duruyorlar.
Bir kadının istediği yerden başka her boşluğundan içeri ittirin belinizi.
Bir dudak hareketine sığdırılabilecek kadar basit
çünkü
birinin diğerinin boşluğundan içeri girmesiyle başlayıp,
bir diğerinin beyin sıvısının tadından iğrenmesiyle bitiyor
''En azından insani''
Hatırlanmayacak kadar uyuşmuş.
Hayat normale dönüyor hadi çok şükür!
Alışkanlıklar çirkin bir ayak gibi burnunuza yapışmış.
Cennette zannediyorsunuz
ya da
cennete saklanıyorsunuz.
Sızıntı irine dönüşüyor,
televizyon izleme koltuğunuz çöküyor.

AYAKLARIMIN CANI SIKILIYOR

Farkında,
farkında olmasa başkasından bakmayı bırakır.
Kadının daktilosu olursa onu sahiplenip özgürleşecek.
Adamın daktilosu olursa onu satıp uzaklara gidecek.
Özgürlük uzun süreli gibi.
Gebergaha ışık hücum ediyor.
Bardak şıngırtıları kulağımda,
meyan kökü şerbeti damağımda
buz gibi!
ayaklarım sancılıyor.
huzursuz bacak sendromuna yakalanmış
ayaklarımın canı sıkılıyor demeyi tercih ediyor.

Wednesday 10 September 2014

BALKON HİKAYELERİ

aynı tarihi paylaşmış gibiler. kendini hangi pencereden içeri sokacağını biliyor ikisi de.
adam önden yürüyor, elini uzatıyor karanlığa düşmesin diye kadın.
bu bir adam ve kadın hikayesi değil.
bu bir balkon hikayesi.
yıllardır değişmeyen bir sokağı parsellemek aynı hisle.
ekmeğini bandırıp, aynı tastan mercimek çorbası içme kıvamında.
''unutmanın insani gerçekliği'' yine de direnmeye devam etmek.
bu bir unutma hikayesi değil.
bu bir balkon hikayesi.
iki öksüzün bir diğeri olmadan yaşayabildiği iki ayrı şehrin hikayesi.
mor halkalar içinde sarı bir çift göz,
bazen dokunuyor
ama kaçtığı da çok.
cebinden bir kağıt çıkarıyor sonra katlayıp yerine koyuyor.
''uzakta bir mavilik'', başka şehrin sabahını haber veriyor.
iki adım ötesi nefret dolu insan sınırı.
bir sızıntı adamın beyninden içeri,
gözleri mor halkalar içinde sarı.
öyle hasta ki ama ruhu değil.
hırkasına sarınmış kadınlarını yanında oturup,
sadece içiyor.
içmenin her halini yaşıyor.
tereddüt etmeden elleriyle bacak aralarını yokluyor kadınların.
öleceğini biliyor, bağlanmıyor.
ölmeseydi de bağlanmayacaktı.
yorgun...
yorgun adamlar tehlikeli.
yorgun olsa da durmuyor.
bir mezar olacaksa, başkasının adıyla anılmasın diyor.
''ben'' incitmek değil.
sigarası ağzından düşse halılar ve yataklar yanacak.
mesela asla evladını görmeye gittiğinde asfalt yolda yüzükoyun dinlenmeye durmayacak.
mesela asla görmeye gideceği bir evladı olmayacak.
dağları olacak milyonların saklandığı.
tutkulu kadınları, hüzünlü şarkıları.
elleri sararacak tütünden.
elleri hep bir sıcaklık arayışında.
söylemeye meyilli olduğu onlarca yalan var.
o yüzden hiç soru sormayacaksınız.
bu bir adam hikayesi değil.
bu aynı derecede kadınları seven bir kadın ve erkek hikayesi
Balkona hasret kalmış pencere silenlerin hikayesi.