Wednesday 10 May 2017

LAVANTA

Biz seninle aynı taşa koyduk başımızı.
Küçük bir kız betona sıkışmış.
Sen gülümsemeyi unutmuşsun.
Bir bakmışsın seninle aynı adama tutulmuşuz.
Bakmışsın ikimiz de yaralarımızdan öpmüşüz birbirimizi.
Gülümsemeyi unutmuşsun,
Belki bundan çirkindir kahkaham.
Bir ezan sesiyle bölünür uykum,
Ulvi bir ışık doldurur odayı,
Duvar değil koynumdaki soluksuz.
Mor salkım parklarda
Taze çıkmış erik.
Avucumda tuz,
Avucumdaki terlere karışmış.
Avuçların göz yaşı dokuyor gibi.
Kendimden değil, kendinden sevmek,
Ben senin mezarında dans etmeye gelmedim,
Gördüm seni,
Upuzun solgun bir hüzün vardı yüzünde,
Kimsede böyle güzel durmuyor hüzün.
Gördüm seni,
Upuzun bir yolu vardı gözlerindeki kuyunun
Kimsede bu denli derin değildir gözler.
Küllüğe dökülüyoruz.
Yüzünün hatlarında bir yol çiziyorum kendime,
Kapına dayanıyorum gözlerin boyu,
Iki dudak birleşemiyor,
Sırf söylendi diye bütün sözler.
İki dudak birleşmiyor
Ihanete dönüşür diye sevgi
İki dudak birleşmiyor
Aynı adamın dudaklarına değmiştir dudaklarımız belki de.
Lavanta kolonyası, anason kokusu
Lavanta kolonyası bedeninde erimiş.
Çözülemiyorum.
Sende tutulmuşum lavanta kolonyasına.
Bir ışık var sende
Dışarısı kapkaranlık,
Kapın kapalı
Yapay çiçeklerle dolduruyorum odamı,
Misafir odalarını terk ediyorum,
Sana kalan o olduğu için.
Kapın kapalı
Ellerin terli,
Pişmanlık sarmıyor beni,
Belki de utancıyla afalladığım budur.
Annemin memesi gibi asılıyorum ellerine,
Açlıktan değil, kimsesizlikten.
Gidemeyişim kendimden değil
Terkedişim kendimi.
Bir tepeden bakıyorsun şehre
Tepeye çıkıp bakıyorsun içine.
Esiyor.
İlkbahar düşmüş memlekete.
Ellerin terli
Ama yine de buluşmuyor dudaklar.
Hacmim küçülüyor.
Sınırlar bitiyor mu?
Acı nereden başlıyor?
Duramıyorum,
Ben hep birilerinin ardında kafa üstü çakılı.
Taşıyamıyorum kafamı,
Bunca ağırlığını yaşamın.
Yüzüm yok oluyor.
Tüm diğer düşünceleri siliyorum.
Yalan söylüyorum
Bir yalanla yaşıyorum.
Kendimden sıkılıyorum
Birbirimizin yaralarını neden yoklamıyoruz parmaklarımızla?
Kaçmak kolay gibi
Sevdin diye mi?
Bir kadını sevmenin imkansızlığından mı?
Lavanta döküyorum başımdan aşağı
Sen koksun diye.

Saturday 8 April 2017

SİNEMDEKİ DÜŞ

Geride ne bıraktın diye sormuştun.
Yorgunluk miras kalıyor.
Böyle olsun istemedin sen de biliyorum.
Saçlarım eriyor güneşine kavuşmuş kar gibi.
Bak sinemde yorgun bir düş uyuyor.
Bak sinem betona düşmüş yavru bir kumru gibi üşüyor.
Kimlerin elleri dolaşıyor bedenimde?
Kemiklerimi eksi elli derece testereler yalıyor.
Nergisler ne zaman açıyor?
Kordonda kambur bir adam oturuyor.
İnsanın ilişmediği bir ormanda adını bilmediğimiz bir çiçek açıyor.
Keşfeden ben olsaydım senin adını koyardım.
Vahşi bir bekaretten vazo süsleyen solgun bir yüze dönüş diye değil.
Hayır yemin ederim değil.
Bilirsin insan kavramlarla açıklanıyor.
Bilirsin sevmenin bile bir adı var.
Öyle adın olsun diye de değil.
Sadece kapkara bir denizin ortasında
Fenerler ruhsuz insanların yüzlerini ellerime döküyor diyebilmek içindir belki de.
Belki de, 'sen' denizinde klostrofobimden kurtuluyorumdur.
Tozlu bir sokakta,
Çöp kokusu içinde birkaç genç gülümsüyor.
Sokaklar kimsesizlerin genelevleri oluyor.
Göğün yedi katından cehenneme doğru giden bir merdivenden,
Yuvarlandıkça yuvarlanıyorum.
İdrarını ve kötü talihini boşaltan o acınası insanlardan biri oluyorum
Tutmayacak mısın beni?
Kim yarattı cehennemi?
Kim yarattı cenneti?
Düşüyorum
Düşüyorum
Düşlüyorum
Kumsalsız bir deniz gibi aşınıyor bendeki sert kayalar.
Bir nergisin ilkbaharında buharlaşıp tuzumu salıyorum ya.
Kordonda kambur bir adama sesleniyorum.
Kordonda tuzu icine çekiyor balıklar.
Şarkılar söylüyor kurumuş dudaklar.
Kamburunu aramaya çıkıyor bir adam.
Yükünü sırtlıyor bir hamal.
Başını yaslıyor kadın bir omuza bir tramvayda.
Sis ağacı sarıyor çepeçevre.
"Bak" diyor
 "tüm şehri buz beyazlığımla sardım.
Dalından atma kuşları.
Başını kaldırıp içinde ölü çarşafları kirleten temaslara bakma daha fazla"
Öyle söylüyor ağacın kamburuna sarılmış sis.
Duvarları yok edemiyor madem
Sevdiğinin su yeşili gözlerine dökülüyor.
Bak sinem sıkışıyor.
Aşağı mahalleden travestiler geçiyor.
En güzel gülümsemeler onlarınki.
En çok onlar ağlıyor
Kamburunu bulamamış adamın bıçağıyla
Kan olup akan güzel yüzlü sevdikleri için.
En çok ben ağlıyorum
Sen en çok ağlıyorsun.
Daldan atlamış bir kuş gibi titriyorsun.
Bak bir kadın bir adamı öpüyor.
Bir kadın bir kadını öpüyor.
Kordonda herkes gülüyor
Biraz da sisli kafalar.
Üşüyorsun.
Bedenine bir çuvaldızla türlü sefalet dikilmiş.
Düşüyorsun.
Dibindeyim korkma
Düşlüyorsun.
Yorgunsun.




Friday 24 March 2017

KANADINA İNTİHARIM

Kendi paradoksundan daha kurnaz olan yüce Hermes!
Söyle ölüler gülümsüyor muydu?
Yeraltına doğru yüzerken?
Söylesene Hermes,
Ölmek nasıl bir duygu?
Kendinden korunamazken, korumak zorunda olmak...
Sana çıplak ayaklarınla toprağa basma şansı vermediler biliyorum.
Sana gökyüzünü yaratma şansı da vermediler
Sana tanrı olma şansı da vermediler.
Anlatsana bana ölümün demir tadını.
Kanatlarınla yeraltına inerken
Gülümsüyor muydu, geçmişinden binpişman ölüler?
İki ciğer arasında asılı bir köprüde
Düşersen eğer
Lirinin o tatlı sesiyle büyülenemeyeceğim.
Zamanı kim yarattı?
Zaman neden suyun gaz hali?
Zaman neden ölüme gidiyor?
Söylesene Hermes
Sen hiç öldün mü?
Pencereni aç, ellerimde rüzgarın dolaşsın.
Pencereyi aç, aç kurtlar dolansın
Bir orman yansın, bir mit yazılsın yeniden.
Sen lirini çal, sen lirini çal tatlı tatlı.
Dalayım kavramsız zihnimin derinliğine
Sen lirini çal,
Dalayım ıssız bir uykunun dibine.
Ölümün en çiçekli haline sevineyim.
Yüzümde, ellerimde, ayakkabılarımda hayat dursun.
Olsun, kanla ıslanmış olsun bir nehir.
Nehirler aksın, lirin aksın, uyku aksın, ölüm aksın.
Bir bilge doğsun.
Söylenmiş tüm sözler bıkmadan, usanmadan bir daha söylensin.
Ben ölürsem beni de götürecek misin
Yeraltının baharı kavuran kızıllığına?
Bir atın saçlarını örer miyiz rengarenk?
Bana ölümün -sadece giderken- ne güzel olduğunu fısılda.
El ver
Dualar okunsun.
Ses ver
Bir ah işitilsin.
Kanatlarına karışsın külüm.
Söylesene Hermes güzel bir renk midir ölüm?


Monday 16 January 2017

ÖLÜME BIRAKILMIŞ YILKI GİBİ

Kim dizginleyecek sanıyorsun
Kafanda vahşice koşan yorgun yılkıları?
Senden başka.
Neyim varsa döktüm diyorsun da
Neyin varsa söküp almadılar mı?
Bir ahize daha kayıyor mu parmaklarının arasından?
Kesintisiz tiz çığlıklar akabinde
Yol vermek için değil
Kim alabilmiş yolları?
Yol gitmek için değil
Hangi yol eskimiş gidenini eskitmeden?
Yol getirmiyor kimseyi
Kavuşturmak için ayırmıyor mu birilerini birilerinden?
Bunca uğurlama niye?
Yol söküp alıyor ciğerini
Ben kaybettim birini
Bak duruyor masada
Bazen öyle sadece sızlamak için sızlıyor arada.
Kolay bırakılmıyor ne de olsa eski alışkanlıklar.
Gitmek yok deniyor
Kaçmak kendinden olmadıkça.
İzbeye çekiliyoruz.
İnsan doruğa ulaştığında patlayan havai fişekler gibi,
Dışarıdan rengarenk
Ciğerleri lime lime,
İçeriden paramparça.
Dört nala haykırıyorsun,
Sakallarında çocuklar uyuyakalırken.
Sen kendi gölgene mi saklanıyorsun?
Kim bakar ki şimdi,

Ellerini nerede sakladığına?